Article
Topkapı Sarayı’nın Yemiş Odası: Saray Duvarlarından Kitap Sayfalarına
01 Temmuz 2025

Sultan III. Ahmed (h. 1703-1730), Edirne Vak’ası’nın [1] ardından ağabeyi II. Mustafa’nın (h. 1695-1703) yerine tahta geçmiştir. Saltanatının ilk yıllarında askeri düzenin ve merkezi otoritenin tesisi ile meşgul olmuş Sultan, Sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın (ö. 1730) da etkisiyle barışçıl ve yenilikçi bir politika izlemiştir. Bu atmosfer, mimarlık ve kültür alanında canlanmaya zemin hazırlamıştır.
Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin (ö. 1731) Paris sefareti dönüşünde sunduğu rapor, başkent İstanbul’un şehir planlamasında bir değişim sürecini tetiklemiştir. Paris örnek alınarak; Kâğıthane, Haliç, Boğaziçi ve Üsküdar çevresinde yeni köşkler inşa edilmiştir. Özellikle Üsküdar’daki Şerefâbâd, Kâğıthane’deki Sâdâbâd ve Salıpazarı’ndaki Emnâbâd gibi kasırlar dönemin yeni mimari örnekleridir. [2]
Verimli bir kültür ortamının oluştuğu bu dönemde Sultan III. Ahmed, “Necib” mahlasıyla şiirler yazmış; damadı Sadrazam İbrahim Paşa ile birlikte, başta şair Nedim (ö. 1730) olmak üzere dönemin pek çok sanatkârını himaye etmiştir. [3] Osmanlı resim sanatının en önemli temsilcilerinden sarayın baş nakkaşı Levnî (ö. 1732) ve şair Seyyid Vehbî (ö. 1736) de devrin öne çıkan sanatkârları arasındadır. III. Ahmed’in çiçeklere olan merakı da bu canlı kültür ortamını besleyen unsurlardan biri olmalıdır. Sultan’ın saltanatında “şükûfecilik” ayrı bir meslek hâline gelmiş, lale türleri ve yetiştiriciliği üzerine kitaplar yazılmıştır. Saray eğlencelerinde bahçeler lalelerle süslenmiş, zenginleşen çiçek kültürü dönemin estetik anlayışını etkilemiştir.
Osmanlı sanatının gelişiminde de hem üretken hem de teşvik edici bir rol üstlenen III. Ahmed, iyi bir hattat ve tuğrakeştir. Dönemin meşhur hattatları Hâfız Osman’dan (ö. 1698) sülüs ve nesih, Veliyyüddin Efendi’den (ö. 1768) ise ta‘lik yazı meşk etmiştir. Sultanahmet Meydanı’ndaki “Bâb-ı Hümâyun” önündeki meşhur çeşme ile Üsküdar Meydanı’nda yaptırdığı çeşmenin kitabeleri ve Topkapı Sarayı’ndaki Arz Odası’nda yer alan besmele, hattatlık örneklerindendir. Saray hazinesinde biriken değerli elyazmalarının korunması amacıyla da Topkapı Sarayı’nın üçüncü avlusuna, kendi adıyla anılan III. Ahmed Kütüphanesi’ni inşa ettirmiştir. [1] Edirne Vakası, 1703’te II. Mustafa’nın şeyhülislâm Feyzullah Efendi’nin (ö. 1703) etkisinden çıkamaması ve saray bürokrasisindeki hoşnutsuzluklar sonucu İstanbul’da başlayan, Sultan’ın tahttan indirilmesiyle sonuçlanan bir isyandır. Bu olayda Feyzullah Efendi idam edilmiş, II. Mustafa tahttan indirilerek yerine III. Ahmed geçmiştir.
[2] Bu refah ve ihtişam, toplumun diğer kesimlerinde aynı karşılığı bulmayacak; saray çevresinde süren lüks ve eğlence hayatı, artan ekonomik sıkıntılar nedeniyle, olumsuz tepkiyle karşılanacaktır. Sarayla halk arasındaki uçurumun derinleştiği bu dönem, III. Ahmed’in saltanatının 1730’daki Patrona Halil İsyanı ile sona ermiştir.
[3] Surname-i Vehbî, Levnî’nin resimleri ve Seyyid Vehbî’nin mensur anlatımıyla, III. Ahmed’in şehzadelerinin sünnetleri ve kızlarının düğünlerini belgeleyen bir edebî ve görsel kaynaktır.Sultan’ın sanatsal duyarlılığının gelişmesinde Edirne önemli bir yere sahiptir. Şehzadelik döneminin on altı yılını geçirdiği bu şehir, Osmanlı’nın İstanbul’dan önceki başkenti olmasıyla tarihi ve kültürel açıdan değerlidir. Pek çok yapının inşasıyla gelişen Edirne’nin mimari zenginliğini; günümüze sadece bir kısmı ulaşan Edirne Sarayı, Üç Şerefeli Cami, Bayezid Külliyesi ve Mimar Sinan’ın başyapıtı Selimiye Camii gibi anıt eserler yansıtır. Evliya Çelebi’nin aktardığı 314 cami sayısı tartışmalı olsa da Sultanların zaman zaman burada yaşaması ve Edirne Sarayı’nın III. Ahmed dâhil, hanedan mensubu üyeler tarafından kullanılması, şehrin tarihsel önemini korumasını ve mimari kimliğinin süreklilik kazanmasını sağlamış olmalıdır.
Sultan III. Ahmed’in zaman içinde şekillenen estetik beğenisi saray mimarisine de yansımıştır. Topkapı Sarayı’nın Harem Dairesi’ne sonradan eklenen yapıların dikkat çekici örneklerinden biri de 1705’te, çiçeklere olan ilginin arttığı bir dönemde Hünkâr Sofası ile I. Ahmed Has Odası arasına inşa edilen Yemiş Odası’dır. Bu küçük ve zarif mekân, adını duvarlarını süsleyen meyve ve çiçek kompozisyonlarından alır. Ahşap üzerine boyanmış üzüm, nar, armut ve incir dolu kâseler ile lale, gül, karanfil ve şakayıkların iç içe geçtiği vazolarla bezeli bu aynalı oda, adeta saray içinde bir cennet bahçesidir.
Yemiş Odası’nın duvarlarını süsleyen çiçek ve meyve tasvirleri, sadece mimari süslemede değil, usta müzehhipler sayesinde kitap sayfalarında da hayat bulmuştur. Özellikle 18. yüzyılın ortalarından itibaren Barok ve Rokoko etkileriyle zenginleşen bezeme üslupları, “Türk Rokokosu” olarak adlandırılan süsleme anlayışının doğmasına zemin hazırlamıştır. Bu üslupta; sepetler, saksılar ve vazolar içine yerleştirilmiş çiçek buketleri, kurdeleler, perdeler, akantus yaprakları gibi motifler öne çıkar. Bu estetik anlayışın izleri ise, Sakıp Sabancı Müzesi’nin Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu'ndaki eserlerde de görülür.
Sakıp Sabancı Müzesi Koleksiyonu’nda, Sultan III. Mustafa’nın (h. 1757–1774) tuğrasını taşıyan, 15 Ocak 1768 [2 Zilkade 1182] tarihli fermanın çiçekli bezemesi dikkat çekicidir. Belgeye göre, Yanya sancağına bağlı köylerde yaşayan halk, vergilerini ödedikleri hâlde başkalarına ait vergilerden de sorumlu tutulmalarını şikâyet ederek bu durumun düzeltilmesini istemiştir. Fermanda, kimseden kanunlara aykırı olarak vergi toplanmaması emredilmektedir. Altınlı tuğranın üzerinde yer alan ve yukarı doğru daralan bezeme alanı halkâr tekniğiyle süslenmiştir. Sol tarafta pembe bir gül dalı, sağda ise karanfil ve sümbüllerin bulunduğu bir vazo yer alır. Bu zarif çiçek düzenlemesi, saray estetiğinin bürokratik belgelerdeki yansımasına güzel bir örnektir.Zengin renk ve süsleme anlayışının 19. yüzyılın natüralist çiçek üslubuyla birleştiği önemli örneklerden biri, Kazasker Mustafa İzzet’in (ö. 1876) hurde talik hattıyla 1837’de [1253] istinsah ettiği Kuran nüshasıdır. Eser, Müzehhip Hasan tarafından 1840–1841 [1256] yılları arasında bezenmiştir.
Kuran-ı Kerim nüshasının serlevha tezhibi, belirgin sınırlar yerine yumuşak geçişli bir tasarıma sahiptir. 16. yüzyılın saz üslubuna özgü kırık hatlı, kıvrımlı uzun yapraklar ve iri hatayi motifleri; 19. yüzyıla özgü akantus yaprakları ve renkli çiçek buketleriyle bir araya gelerek, eskiyle yeniyi buluşturmuştur. Kuran okuyana kolaylık sağlamak amacıyla sayfa kenarına yerleştirilen “işaret gülleri” ise farklı türde kurdeleli ve tekli çiçekler ile vazo içine yerleştirilmiş buketler şeklinde resmedilmiştir.
Benzer bir süsleme anlayışı, aynı zamanda iyi bir hattat olan Sultan Abdülmecid’in (h. 1839–1861), koleksiyonda yer alan bir kıt‘asında da görülür. Sülüs hatla yazılmış bu eserde, Alâk Suresi’nden ayetlerin yanı sıra, adil ve mütevazı bir hükümdar olmayı konu alan hadisler yazılıdır. Armudi formlu ketebesi, “Mahmud Han oğlu Abdülmecid yazdı.” anlamına gelir. Eflatun zemin üzerine mor kıvrımlar, sarı üzüm salkımları, beyaz çiçekli dallar ve mavi saz yapraklarıyla bezenmiştir. Mavi saz yaprakları sülüs yazı satırının iki yanında da görülür. 19. yüzyılın beğenisini yansıtan bu bezeme üslubu, Sultan Abdülmecid’in başka yazılarında da vardır.
Topkapı Sarayı’nın Yemiş Odası’ndan ilhamla, Sakıp Sabancı Müzesi’nin Kitap Sanatları ve Hat Koleksiyonu’ndan seçilen eserler; saray mekânlarından bürokratik belgelere ve nadide elyazmalarına kadar uzanan geniş bir yelpazede Osmanlı bezeme anlayışının izlerini sürmeye imkân tanır. Bu temsili seçki, söz konusu geleneğin zarafetini ve estetik mirasını gözler önüne sererken; çiçek ve meyve kompozisyonları da süsleme unsuru olmanın ötesinde, Osmanlı görsel kültürünün estetik anlayışını ve kültürel sürekliliğini yansıtmaktadır.